Gökyüzünden İniş


Gökyüzünden İniş

                                                          

                                                           

Kendi ayaklarının üstünde durabilen, yüzüne bakılır biriydi. Yaşadığı dünyayı, bahçeleri, parkları, denizi, insanları da seviyordu. Ona göre tek eksiği iyi bir hayat arkadaşıydı. Yıllardır kendine uygun birini bulamadı nedense. Tırnaklarını özenle boyadıktan sonra her ay aldığı dergiye göz atarken bir yazı ilgisini çekti, pür dikkat okumaya başladı.

Olumlamaları uzun bir süre yaparsanız yaşamınızdaki etkilerini görebilirsiniz. Ayrıca kişisel uygulama ve çalışmaları da sürdürmeniz gerekir. Mutlu bir beraberliğiniz olduğunu hayal edin, o özel insanı en ince ayrıntısına kadar imgeleyin. En az üç hafta süreyle sabah akşam aynı cümleleri inanarak söyleyin. Sevdiğimle ilişkimiz muhteşem. Birbirimizi seviyoruz. O kadar mutluyuz ki birlikteyken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyoruz. Birbirimizi takdir ediyoruz…………………………………………………………………………………………..

Bu yazılanları defalarca okuduktan sonra kendisinin onları ne kadar inanarak uyguladığını düşündü. Kişisel gelişim konusunda değişik seminerlere katılmış, söylenenleri uygulamaya çalışmış, kalbini dualara da açmıştı. Maalesef arzusu gerçekleşemedi bir türlü. Yazgıya inanıyordu inanmasına, gene de kendisinden kaynaklanan bir sorun olup olmadığını düşünmeden edemiyordu. Bu arada karşısına çıkan insanlara kusur bulmak kolaydı onun için. Mükemmeliyetçi yanının onu engellediği yadsınamaz bir gerçekti.

 

İşin içinden çıkamayınca her zaman olduğu gibi karşıki komşu düştü aklına. Öğretileri konuklarının tabaklarına baldan tatlı sunan o özel insan Rengin’in biricik aynasıydı. Küçücük dairesinde sofrası o kadar genişti ki neredeyse mekânın dörtte üçünü kaplıyordu. Kimselere benzemezdi Nurten Hanım. Maskesiz, samimi… Defalarca dinlese bıkmayacağı yaşanmışlığı da evliliğiydi. Çok isteyeni çıkmış ama hepsinde bir kusur bulmuş.

Yolu yarıladığı günlerden birinde dayısının ısrarıyla başlamış her şey.

“Bu talibi de beğenmezsen başımıza kalacaksın.”

Karısını birkaç yıl önce kaybetmiş, yurt dışında yaşayan bir oğlu olan kumaş mağazası sahibi Mehmet Bey’e “Evet!” demişti sonunda.

Eşini neden kaybettiğini sormuştu Rengin.

“Ah, sorma canım! Sorma! Yıkanırken dengesini kaybetti herhalde, düştü, başını küvete vurdu. Beyin kanaması! Of! Of! Hayatımın en zor günüydü. Eve döndüğümde iş işten geçmişti. Ay! O günü hafızamdan silmek istiyorum.”

Birlikte yaşadıkları iki yıl, en az yirmi yıla bedelmiş. Bu kibar, düşünceli beyefendiyi beklediğine değmiş. Konuklarını geçirdikten sonra mutfakta karısına her yardım edişinde sırtını okşarmış. Söylediklerinde hep aynı incelik, hep aynı zarafet.

“Sağ ol Nurten’im, ellerine sağlık, ikramların harikaydı.”

Haftada en az bir kez birbirinden güzel çiçekler getirir, vazoları bile mutlu edermiş. Komşusu, dayısına hep rahmet okur, bu evlilik teklifini kabul etmesi için ısrarcı olmasına teşekkür ederdi. Maalesef eşiyle tanışmak kısmet olmadı Rengin’e.

 

Sabahleyin yaptığı kekten birkaç dilim koydu tabağa, komşusunun kapısını çaldı. Takılmış olduğu konuyu konuşabileceği tek insan her zamanki gibi neşeyle açtı kapıyı.

“Yavrum hoş geldin ama her seferinde bir şey getirmene gerek yok ki… Bak, göbeğim gittikçe büyüyor.”

“Olsun, size yakışıyor.”

“Ay, şuna bak hele, şişkoluğu bana nasıl da yakıştırıyor.”

Yine güldükçe göbeği bir yukarı, bir aşağı… Kürdan bacaklar o göbeği ne rahat taşıyordu.

Rengin, salona geçtiklerinde bilinçaltının yönlendirmesiyle olsa gerek bir köşede duran daha önce defalarca baktığı evlilik fotoğrafını eline aldı. Alıcı gözle incelemek istedi mutluluklarını. Bu kez komşusunun kocası gözüne nedense asık suratlı göründü. Böylesine özel bir gün için neydi o ciddiyet öyle?

“Niye takıldın bizim fotoğrafa?”

“Şapkanızın tülü harika görünüyor, kıpkırmızı dudaklar da çok hoş yani.”

“Teşekkür ederim, darısı başına.”

“Şimdi dikkatimi çekti, eşiniz hep ciddi miydi böyle?”

“Yok, rahmetli fotoğraflarda pek güzel çıkmazdı. Hadi gel, mutfağa geçip bir kahve yapalım.”

“Olur, ben sabah içtim ama size eşlik ederim.”

Nurten Hanım bakır cezveyi karıştırırken Rengin de kendi evindeymişçesine rahat bir tavırla dolaptan fincanları çıkardı. İki bardağa su doldurdu. Kahveler hazır olduğunda birer parça kek alıp salona geri döndüler.

“Eee, anlat bakalım, bugün iş günü değil, sabahtan beri neler yaptın?”

“Pazar gününün malum işleri. Bir dergide okuduğum yazı beni düşündürdü.”

“Neymiş o?”

“Kısaca diyor ki olumlu düşün, olumlu olsun her şey.”

“Sen zaten olumlu düşünüyorsun güzel kızım.”

“Amaan Nurten Hanım, düşünüyorum da ne oluyor? Yanımda bir adam var mı yani?”

“Olmayacağını kim söyledi? Hem ben kahve fallarında hep birini görüyorum.”

Gülümseyince o minnacık kedi gözlerin birbirine baktığı daha belli oldu. Rengin’in iri kahverengi gözleriyse daha da irileşti.

“Gerçekten görüyor musunuz?”

“Evet! Yüce Allah senin de karşına Mehmet Bey’e benzeyen iyi bir insan çıkaracak günü gelince.”

“İnşallah.”

“Sizin mutluluk reçeteniz ne peki?”

“Abartısız, normal bir hayat!”

Yıllar öncesinde asaletle son yolculuğuna uğurladığı kocasından söz edişini her duyduğunda umut ağacının büyüdüğünü hissediyordu. Gökyüzünde sürekli bulut görmeye gerek var mıydı? Dürüst olmak gerekirse o da yağmuru seviyordu. Morali biraz bozulsa hemen kapısını çalardı. Sohbet ettiklerinde komşusunun bilgeliği sayesinde tüm sıkıntılarını unuturdu. Hele sözcükler tane tane dökülürken dolgun dudaklarından ne keyifliydi onu dinlemek.

Onunla konuşmak yine iyi geldi Rengin’e. Evinin kapısını açtığında gökyüzüne merdivenle tırmanabilecek kadar enerjik hissetti kendini. Yeni haftayı karşılamaya hazırdı.

 

O akşam televizyonda en sevdiği diziyi izleyen Nurten Hanım bir aşk sahnesinin bitiminden sonra reklamlar başlayınca su içmek için mutfağa gitti.

Komşusunun penceresine baktı uzun uzun.

“Ah Rengin’im ah, inşallah iyi bir koca bulursun yavrum. Gerçekten iyi bir insan olsun inşallah.”

Yüreği daraldı birden, göğsünde bir ağrı duydu.

 

Önceki akşama kadar her şey yolundaydı. İşten gelince aynı saatte kapısını çaldı, çıt yoktu. Görüştüklerinde herhangi bir yere gideceğinden söz etmemişti. Yarım saat sonra tekrar kapısını çaldı Rengin. Yine ses yoktu. Yarım saat sonra tekrar, tekrar… Sessizlik… Kapıcıya haber verdi. Polisle birlikte kapıyı açtılar ki ne görsünler… Mutfakta boylu boyunca yatmaktaydı sırdaşı. Kalbi yıllara yenik düşmüş, çok uzaklara gitmişti. Öyle özel bir yakınını kaybetmişti ki gözyaşlarına engel olamıyordu.

Polis salondayken yatak odasına gitmek geldi içinden. Onunla ilgili her detayı, eşyalarını, fotoğraflarını, giysilerini, her şeyi ruhuna işlemek istiyordu. Birdenbire başucundaki lambanın yanında eski bir defter ilişti gözüne… İçindeki şeytan, defteri hemen açmasını söyledi. Anılarını ondan başka kimse okuyamazdı, okumamalıydı. Yaşadıkları mirası olacaktı! Neyse ki hırkasının cebine sığdı. O tatlı çehresi gözünün önünde belirdi. Özür diledi sevgili dostundan. Heyecanı saç telinden ayak tırnağına kadar sardı onu. Gerçi bilmediği bir şey yoktu ama meraklı kedi ruhunu tırmalıyordu. Evine geçip defteri özenle yatağının yanındaki etajere koydu. Pişman değildi.

Geri döndüğünde, polisten izin alıp telefonunda kayıtlı olan birkaç yakınını arayıp ölüm haberini verdi. İlk aradığı üvey oğluydu.

En azından ayda iki kez arayıp, “Bir emriniz var mı?” diye sorardı.

Nurten Hanım da bundan gururla söz ederdi. Bir süre sonra morga götürmek için geldiler.

Kendinle ve herkesle ne kadar barışıktın. Yolun açık olsun.

 

Komşusunun kapısı artık sonsuza kadar kapandı. O da, odasına uçup elleri tir tir, onu bekleyen defteri açtı. Yok yok, salonda okuyacaktı… Koltuğa oturup defteri açtı. Birkaç sayfa çevirdikten sonra ayağa kalkıp kanepenin üstündeki yastıklardan birini sırtına koydu. Her açıdan rahat olmaya çalışıyordu. Çizgi dışı bir yaşanmışlığın avuçlarında olduğunu hissetti, zaten aksini düşünmek ona haksızlık olurdu. Bölümlerin yazılı olduğu ilk sayfaya geri döndü. Çocukluğum, İlk Gençliğim, Gençliğim, Evliliğim, Evlilik Sonrası… Hemen “Evliliğim” bölümünü açtı. Eh, bu kadar gözyaşı dökmenin ardından kendini iyi hissetmeye ihtiyacı vardı. Yıllarca dinlediği o eşi benzeri olmayan anıları okumak istedi. Onlar ilham verecekti ona.

 

 

 

5 Mart 1981

Sevgili defterim,

Senden başka içimi dökebildiğim kimsem yok, bugün beni taşımanı istiyorum. Dün sabah dayımı hastanede ziyarete gittiğimde, ne diyebilirdim ki… “Dayıcığım, çok yanıldınız, çok…” Beni bu kadar seven bir insan, böyle olacağını bilse evlenmem için ısrar eder miydi? Artık ölüm döşeğinde. O durumda bile “Mutlu musun?” diye sordu. Ona bir ruh hastasıyla birlikte olduğumu nasıl söyleyebilirdim? Adamın bir yanı melek bir yanı şeytan. Dün gece şeytanla beraberdim. Konuklarımızı güler yüzle geçirdikten sonra mutfağa gelip beni saçlarımdan sürükledi. Çukulatalı kek istediği gibi olmamış diye sırtıma sırtıma öyle bir vurdu ki bunun acısı geçmeyecek. Tabaklar havada uçarken ölebilirdik. Yaptıkları ona yetmedi! Getirdiği çiçekleri sevdiği vazoya koymamışım diye vazoyu da fırlattı.  Çaresizliğimle nasıl baş edeceğim? Bu yaştan sonra bu belayı daha ne kadar çekeceğim? Bir doktorla mı yoksa avukatla mı görüşmeliyim? Bana kim yardım edebilir? Nasıl kurtulacağım? Nasıl? Nasıl? Yeter! Yeter! Yeter artık .………………………………………………………

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir