Yaşamda Kıdem Almak


Yaşamda Kıdem Almak 

Yaşlanmak, son derece doğal olmasına karşın, özellikle kadınları erkeklerden daha fazla korkutabilen bir süreç. İnanın yaşımdan o kadar memnunum ki kendimi bu denli sevip saydığımı, değerlerimin farkında olarak böylesine dolu dolu yaşadığımı hiç hatırlamıyorum. Yüzümdeki derin çizgilerden de çok memnunum. Her birinde bir yaşanmışlık görüyorum, kendimle kavga etmekten vazgeçtim, bu nedenle yaşlanıyorum diyeceğime “Yaşamda kıdem alıyorum!..” demeyi seçiyorum. Doğal olarak hepimiz zaman zaman zorluklarla mücadele ettik, bir sürü insan bulmacası çözdük, böylece çok şey öğrendik. Gençken dünyayı bütünüyle kavrayabilmek, varoluşun derin anlamını hissedebilmek daha zor.

Yaş almanın o kadar çok kazanımı var ki… Her şeyden önce, iyi bir seyirci olup dünyayı telaşsız, rahat rahat seyretmek ne kadar güzel. Gözlerdeki tüm perdeler kalkıyor, çok uzaktaki kuşların kanat hareketlerini dahi görebiliyorsunuz. Harika bir duygu. Ayrıca dikkatli bir dinleyici oluveriyorsunuz. Neden mi? Zaman o kadar değerli ki söylenmeyenleri  duyabilmek daha önem kazanıyor. Kendi düşüncelerinizin üzerinde kuluçkaya yatmanız gerektiğini de öğreniyorsunuz. Zor olanın bulmaktan çok, elde tutabilmek olduğunun ayırdına varıyorsunuz. Elinizde avucunuzda olanların daha fazla keyfini çıkarıyorsunuz. Enerjinizi daha bilinçli kullanmaya çalışırken ‘hayır’ sözcüğünü ‘evet’ dermişçesine söylüyorsunuz. Üstelik bunu sert bir üslup kullanmak yerine kadife gibi yumuşacık, gülümseyerek söylüyorsunuz. Kızmadan gözden çıkarabilmeyi göze almak tatlı bir duygu… Bütün bunları gerçekleştirebiliyorsanız kendinize güveniniz, cesaretiniz artıyor.

Söz ustası Salâh Birsel, 1986 Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’ne (Türkiye’de günlük türünde yazılmış bir yapıta verilen ilk ödül) layık görülen Yaşlılık Günlüğü‘nde şöyle der: “Tutalım ki yaşlılığın defteri dürülüp rafa kaldırıldı. Bence o da işi çözmeye yetmez. Tanrının günü, durmadan ip atlayacak, av avlayacak, saçlarını kıvıracak, İzmir’de Kordon’da piyasa edeceksin. Dayanılır şey midir bu? Bir de şu var: Neron’lar, Korkunç İvan’lar, Kazıklı Voyvoda’lar, Arsen Lüpen’ler kalıbı dinlendirmeselerdi durumumuz ne olurdu? Emeklilik aylıklarını alıp bir köşeye mi sinerlerdi, yoksa yeniden ulusları dimağ nezlesine uğratmak için kuzu postlarına mı sarılırlardı? Yaşasın yaşamın denge sopası.”

Evet, evrenin muhteşem bir dengesi var… Belli bir yaşa gelince, fiziksel bazı rahatsızlıklar kendilerini göstermeye başlasalar bile yaşamın içinde daha fazla olma isteği duyabiliriz… Gerçek dostluklar, uğraşlar, seyahatler, geçmişte yapamadıklarımızı gerçekleştirmek, yediğimiz içtiğimiz her şeyden daha fazla tat almak, yani lafın özü ‘yaşıyorum’ diyebilmek. Hayata bakışımız nasıl da derinleşiyor zamanla… Ayrıca insanları biraz kazıyınca, en zehir zemberek görünenlerin bile tutarsızlıklarını yakalamak kolaylaşıyor. Dost elbisesi giyenin elinizi sıkarken sapladığı bıçak bile eskisi gibi canınızı acıtmıyor. Dermansız dertler dışında sorunlar da eskisi kadar etkilemiyor, daha umursamaz oluyor insan. Geriye dönüp bakmadan, geçmişle olan hesapları bitirerek kendi yolunda yargısızca yürümek, durmaksızın yürümek ne rahatlatıcı…

Zamanın avuçlarımdan akıp gittiğini daha yoğun hissettiğimden, her ânımı gönlümce değerlendiriyorum. Hızlı düşünüyor, kararlı bir şekilde seçimlerimi yapıyorum, eylem planım devreye giriyor. Tüm sorumluluğun bana ait olduğunu biliyorum. En heyecan verici olanıysa, istediğimi hızlı ve pratik bir biçimde hayata geçirmenin keyfini dokuyorum.

Değerli yazar Mîna Urgan’ın Bir Dinozorun Anıları adlı kitabından sözün özü denilebilecek satırlar: “Gençliği bir mutluluk dönemi sanmak yanılgısına düşenler, ihtiyarlığı da acıklı, hatta biraz ayıp bir dönem sayıyorlar. ‘Artık ben ihtiyarladım.’ deyince, ‘Hayır ihtiyarlamadınız, sadece yaşlandınız.’ diyorlar. Sanki yaşlanmakla ihtiyarlamak aynı anlama gelmiyormuş gibi, ‘ihtiyarlamak’ hafifçe müstehcen bir sözcükmüş gibi. Bir de ‘Sizi çok iyi gördüm…’ lâfı var. Benden genç olanlar, benimle karşılaşır karşılaşmaz, ‘Sizi çok iyi gördüm…’ diyorlar selam yerine. Bunu otomatik olarak söylerken iyi niyetliler, ‘Vah zavallı! Amma da çökmüş!’ diye düşünüyorlar. Kötü niyetliler de ‘Bu moruk da hâlâ ayakta kaldı.’ diyorlar içlerinden.

Oysa ihtiyarlamak, hiç utanılacak bir durum değil, üzülecek bir durum da değil. Bernard Shaw, yaşını açıkça söyleyen bir kadından korkulması gerektiğini; çünkü bunu açıklayan bir kadının her şeyi açıklayabileceğini söyler. Yaşımı bildirmekten hiçbir zaman çekinmedim. Hatta iyice ihtiyarladıktan sonra, biraz gururla, nerdeyse övünerek ilan etmeye başladım tam kaç yaşında olduğumu.

‘Dinç’ denilen türden bir ihtiyar olarak ayakta kalabilmem, talihimden başka bir şey değil aslında. Bunu ben de çok iyi biliyorum. Ama şımarıklığımdan ötürü, bunu yalnız talihim değil, kendi marifetim saymaya başladım. Övünmek gibi olmasın ama belki de biraz kendi marifetimdir dinçliğim. Çünkü ‘İyi ihtiyarlamak için yiğit olmak gerekir!’ sloganını benimsedim. Öteki ihtiyarların çoğu gibi, saatlerce sağlık durumumdan yakınarak kimsenin kafasını şişirmiyorum. ‘Şuram ağrıyor, buram sızlıyor…’ demiyorum, gerçekten de şuram ağrıdığı buram sızladığı halde.”

Bilgi ağacının gölgesinde bilge bir yaşlılık dileğiyle…

                                                                          Kendinizi kaç yaşında hissediyorsunuz?

Bir Cevap Yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir